10.06.2010

Olayların geçtiği yer, Polatlı'daki teyzemlerin evi.
Bizim burada ki (İstanbul) apartman komşularımızdan biri olan (Babamın en yakın arkadaşlarından biri) Yaşar amca bize ziyarete geliyor ve benden ona yemek hazırlamamı istiyor. Mutfağa gidip, bakınıyorum. O sırada kapı çalınıyor, gelen Ece*. Ben hemen -onunla 'bu şekilde'** karşılaşmamak için- içerki odalardan birine gidiyorum. Annemler onu karşılıyor ve salona geçiyorlar. Evde olduğu süre içersinde rahatsızlık duyuyorum. Ama bir yandan da onunla karşılaşmayı umuyorum. Belki diyorum, eğer evin bu tarafında ki tuvalete gelecek olursa karşılaşabiliriz. Çünkü teyzemlerin evinde iki tuvalet var; biri hemen giriş kapısının yakınında, biri de yatak odalarının yani benim bulunduğum tarafta. Bekliyorum ama bu tarafa hiç uğramıyor. Onun kişiliğinin benden üstün olduğunu düşünüyorum. Ben, onun yanında daha aşağılık bir varlığım. O, olgunlaşmış ve kendini geliştirmiş; ben ise aynı noktada kalmışım.
En sonunda evden ayrılıyor, hemen içeri geçiyorum. Etrafa bakınıyorum. Bir fotoğraf makinesi var***. Çekilen fotoğrafları inceliyorum, acaba kendisinin de olduğu bir kare var mı diye, ama sonuç alamıyorum. Sonra, bir gazetenin bulmaca sayfasının kenarına yazılmış bir şiiri görüyorum. İlk önce bunu bulmacanın bir parçası sanıyorum ama çok geçmeden Ece'nin yazmış olduğunu anlıyorum. Bazı yazarlardan ve onların kendi üstünde bıraktığı etkilerden bahsediyor. Şiiri de kedisine ithaf etmiş, garibime gidiyor. Hatta bir yerde, kedisine iki türlü yaklaştığından bahsediyor: Biri duygusal, biri ekonomik olarak. Bahsettiği yazarlardan ve onlardan bahsediş şeklinden de iyice anlıyorum ki, kendini gerçekten geliştirmiş; kendimi daha da aşağı hissediyorum.

*Eski kız-arkadaşım.
**Kendimi çirkin ve itici hissediyorum.
***Kendisi de zaten fotoğraf çekmekle meşgul olan birisi.